Otomobil Uçar Gider… – Turkishtime (Eylül 2017)
Gün geçmiyor ki, gazetelerin ekonomi sayfalarında ya da İnternet’ deki haber bültenlerinde otomotiv sektörü ile ilgili bir habere rastlamayalım. Kimi zaman elektrik motorlu araçlar, kimi zaman da sürücüsüz otomobiller haberlere konu oluyor. Bazen Apple ve Google gibi teknoloji devi şirketlerin sektöre olan ilgisi, bazen de Uber gibi kiralama şirketlerinin rekabeti, manşetlere taşınıyor. Yeni modeller çıkıyor, markalar el değiştiriyor, otomotiv şirketleri birleşiyor ve medyaya haber oluyor. Peki neden otomotiv sektörü hiç gündemden düşmüyor? Çünkü sektörün uzmanlarına göre şu sıralar otomotiv sektöründe Henry Ford’ un 1913 yılında otomobil üretiminde bant üretimini başlatmasından bu yana en büyük değişim yaşanıyor. Sektör bambaşka bir çehreye bürünüyor.
Otomotiv sektörünün önemini anlamak için öncelikle sektörün ekonomik boyutuna bir göz atmakta yarar var. Otomotiv Sanayicileri Derneği’ nin 2016 yılı verilerine göre otomotiv sektörü Türk ekonomisinin temel direklerinden biri. Toplam imalat sanayi üretimi içinde otomotiv sanayinin payı % 8’ e, GSMH içerisindeki payı %3’ e, vergi gelirleri içerisindeki payı % 5,5’ a, sektörün toplam üretim kapasitesi de 1,9 milyon adete ulaştı. Türkiye’ nin toplam ihracatı içerisinde otomotiv sanayinin ihracatı % 17’lik payla birinci ve 11 senedir de liderliği başkasına kaptırmıyor. Üretilen araçların % 77’ si ihraç ediliyor. 2016 yılında Türk otomotiv sektörü 13 saniyede bir 1 araç üretip, 18 saniyede bir 1 araç ihraç edecek hıza ulaştı. Türkiye’ nin Hafif Ticari Araç, Otobüs ve Ticari Araç üretimi, AB ülkeleri içerisinde 1. sırada. Sektör 83 Ar-Ge Merkezi ile diğer tüm sektörlerden daha inovatif bir altyapıya sahip. Otomotiv sektörü; sanayi istihdamının % 15’ ini, toplam istihdamın da % 5,5’ nu oluşturuyor. Yani otomotiv Türk sanayinin can damarı…
Peki Türk ekonomisi için bu kadar yaşamsal değer taşıyan otomotiv Avrupa Birliği ve A.B.D. ekonomilerinde nasıl bir rol oynuyor? Elbette sektör bu ülkeler için de yaşamsal öneme sahip… Sektörün doğası gereği son yıllarda üretici şirketler arasında bir konsolidasyon yaşanıyor, yani küçük üreticiler büyük şirketler tarafından yutuluyor ya da piyasa dışına itiliyor. Büyük yatırımlar gerektiren otomotiv sektöründe ölçek ekonomisini yakalayarak üretim kapasitesini tek bir fabrikada 200.000-400.000 arasına çekemeyen üreticiler piyasadan çekilmek zorunda kalıyorlar. Sektörün önemli bir özelliği de üretimdeki en önemli parçaların tedarikçiler tarafından üretilip üretici şirketlere satılması. Bazı otomobil üreticisi şirketler, parça tedarikçilerine kendi fabrikalarının içerisinde üretim yapma izni bile veriyorlar. Bu sebeple de otomotiv, ekonomide bir çarpan etkisi yaratıyor. Hareketlenirse tüm ekonomi canlanıyor, krize girerse tüm sektörler olumsuz etkileniyor. Sektör çelik üretiminden, cam üretimine, plastik üretiminden perakendeye kadar onlarca sektöre direkt ya da endirekt katkıda bulunduğu için tüm ülke ekonomilerinde tam bir lokomotif durumunda… Bankacılık sektörü bile otomobil kredileri sebebiyle sektörden bağımlı. Alışveriş Merkezleri ve Perakende Sektörü otomotivin gözünün içine bakıyor. Otomobil üretimi ve ihracatı bir ülkenin en önemli ekonomik göstergelerinden kabul ediliyor.
Avrupa’ nın 26 ülkesine dağılmış toplam 302 otomobil ve ticari araç fabrikası mevcut ve Avrupa Topluluğu’ nda her yıl 19 milyon civarı otomobil, kamyon ve otobüs üretiliyor. Avrupa’ da da en fazla Ar&Ge harcaması bu sektörde yapılıyor. Avrupa’ da üretimde çalışan işgücünün % 11’ i otomotiv üretiminde çalışıyor. Çevre sektörler ve destek hizmetleri de sayarsanız toplam 12,5 milyon Avrupalı, yani toplam işgücünün % 5,7’ si bu sektörde istihdam ediliyor. Avrupa Topluluğu’ nun GSMH’ nın 5 6,8’ i de otomotiv sektöründen geliyor. Avrupa’ da durum böyleyken A.B.D.’ de farklı mı? Tabii ki değil… Amerikan ekonomisinin en önemli 2 sektöründen biri bilişim ve elektronik endüstrileri ise diğeri de hiç şüphesiz otomotiv. Ülkenin toplam üretim değeri olarak en büyük sektörü otomotiv… En büyük istihdam da bu sektörde: Her 6 şirketten biri direkt ya da endirekt olarak otomotiv sektörüyle işbirliği içerisinde. Ülkede üretilen çeliğin beşte biri, lastiğin de beşte üçü otomotiv sektörü tarafından kullanılıyor. Perakende sektöründe oluşan cironun ¼’ ü de otomotiv kaynaklı…
Otomotivin Yeni Devleri Google ve Apple
Sektör bu kadar önemli olunca ve iletişim ve bilgisayar teknolojilerindeki gelişmelerin hemen hepsi bu sektöre de adapte edilince gelişmeler de basının gündeminde düşmüyor. Hatta bugüne kadar elektronik ve bilişim sektöründe faaliyet gösteren Google ve Apple gibi şirketler de sektöre girmeye hazırlanıyorlar. Google’ ın uzun zamandır yatırım yaptığı ve WAYMO adını verdiği otomotiv grubu bir yandan sürücüsüz otomobil çalışmalarına hız verirken, diğer yandan da Chrysler markası ile birlikte mevcut otomobillere bu teknolojiyi uyguluyor. Apple ise şimdilik ismi “ICar” olan sürücüsüz araçları için California Eyaleti’ nin yetkililerinden deneme sürüşü izni aldı ve çalışmalarına hız verdi. Steve Jobs’ un ölümünden bu yana elektronik ürünler piyasasında IPod , IPhone, IPad gibi ses getiren ürünlere imza atamayan Apple için otomotiv sektörü yeni bir fırsat anlamı taşıyor.
Apple ve Google otomotiv sektörüne el attığından beri otomobil üretimi en üst düzey iletişim ve yazılım teknolojilerinin uygulandığı sektörlerden biri haline geldi. Geçmişin mekanik ağırlıklı araçları yerlerini dijital ve elektronik tasarımlara bıraktılar. Bu ileri teknolojiler de tabii otomobillerde yazılım ya da narin elektronik bileşenlerden dolayı hatalı üretimleri ve geri çağırmaları da beraberinde getirdi. Amerikalı ve Avrupalı üreticilerin yanı sıra titizlikleri ile bilinen Japon markaları bile on binlerce aracı yazılım hatalarını yol açtığı kazalar ve arızalar sebebiyle geri çağırmak zorunda kaldılar. Günümüzün otomobillerine “connected car” (ağla bağlantılı) ya da “intelligent car” (entelektüel otomobil) ismi veriliyor. Çünkü son yıllarda üretilen araçlar hem birbirleri ile iletişim kurup örneğin trafik ve yol durumu hakkında bilgi alışverişi yapıyorlar, hem de İnternet’ e bağlanıp, Nesnelerin Interneti (IoT) ve yapay zekadan (AI) da yararlanarak sürücülere çözümler sunuyorlar. Ayrıca araçlara yerleştirilen sensörlerle her türlü arıza ve bakım onarım bilgileri de üretici şirketlere aktarılıyor. Böylece hem güvenlik anlamında hem de istatistiki bilgi olarak büyük bir veri havuzu oluşuyor.
Geçtiğimiz yıllarda peyderpey geliştirilen otomatik frenleme, otomatik park, elektronik sürüş ve gaz kesme, kazadan kaçınma sistemleri gibi teknolojiler birleşerek günümüzde artık sürücüsüz otomobiller hatta kamyonların üretimi bile mümkün hale geldi. Bütün büyük markalar Ar&Ge bölümlerinin ve üniversitelerin yardımıyla geliştirdikleri araçları deniyorlar. Henüz tamamen sürücüsüz bir aracın trafiğe çıkmasına izin verilmiyor, ama içerisinde kontrol amaçlı birisinin oturduğu pek çok araç bir yarasa gibi dalgalar gönderip önündeki engelleri tanımlayarak ABD’ deki yollarda kendi başlarına deneme sürüşü yapıyorlar. Sürücüsüz araçların yaygınlaşması ulaşım alışkanlıklarının ve mantığının tamamen değişmesine yol açacak gibi görünüyor. Örneğin gelecekte kullanacağımız otomobiller şimdiki gibi herkesin gidilen yöne bakarak oturduğu araçlardan farklı olarak seyahat eden 4 ya da 6 kişinin karşılıklı oturup birbirine baktıkları bir araç haline gelecek. Araç sürmekten kazanılan zaman da elektronik oyunlar gibi eğlence ve online alışveriş etkinliklerine ayrılabilecek. Araba kullanamayacak kadar yaşlıların ve ehliyet çağına gelmeyen çocukların da bu araçlarla yalnız başlarına seyahat etmeleri de mümkün olacak.
Otomotiv ve yazılım sektörleri her geçen yıl daha fazla miktarda entegre olurken, elektronik ve yazılım altyapısı olmayan otomotiv şirketleri gittikçe daha fazla yazılım şirketlerinden bağımlı hale geliyorlar. Bu arada otomotiv sektöründe yeni bir modelin ürün geliştirme süresi ortalama 3-5 yılken, elektronik sektöründe bu süre 6 ay – 1 sene civarında gerçekleşiyor. Bu da otomotiv sektörünün gittikçe daha da dinamikleşmesini gerektiriyor. Aslında marka sadakatinin diğer sektörlere göre çok daha yüksek olduğu sürücülerde de bu sadakat dijitalleşme ile azalıyor. ABD’ de yapılan bir araştırmada tüketicilerin % 56’ sı istediği teknik özellikleri sunmazsa kullandığı markayı ilk fırsatta değiştireceğini söylüyor. Yine tüketicilerin % 48’ i, aracın sunduğu teknoloji kolayca öğrenilmiyorsa otomobilinin markasını değiştireceğini belirtiyor.
Tesla Balon mu, Lider mi?
Elektronik otomobillerden söz ederken Tesla’ yı anmadan geçmek olmaz… Efsanevi girişimci Elon Musk’ ın şirketi, Nisan ayında önce, Ford’ un, sonra da General Motors’ un piyasa değerini geçerek, 53,6 milyar dolarlık değeri ile Amerika’ nın en değerli otomotiv şirketi haline geldi. 2016 yılında sadece 76.000 adet otomobil teslim eden 13 senelik bir şirketin, yine sadece 2016 yılında 6,7 milyon araç satmış olan 100 yıllık Ford ve milyonlarca araç üretmiş olan GM gibi şirketlerden daha değerli hale gelmesi bazı uzmanlar tarafından “hisse senedi piyasalarındaki yeni bir balon” olarak yorumlanıyor. Tesla; daha üretime başlamadan 400.000 civarında sipariş aldığı tamamen elektrikli motora sahip Tesla 3 modelinin üretimine de Temmuz ayı içerisinde başladı. Daha önceden piyasaya sürdüğü modeller ile henüz karlılığa ulaşamayan Tesla şirketi bu son modeli Tesla 3 ile şeytanın bacağını kırıp karlı bir sürece başlamayı hedefliyor.
Otomotiv dünyasında son dönemlerdeki önemli gelişmelerden bir tanesi de benzinli motorlardan elektrik motorlara geçiş. Bir çok ülke benzinli motorların CO2 salınımını azaltmak için hukuki ve mali düzenlemeler yaparak sektörü regüle etmek istiyor. Bu sebeple de gittikçe artan oranda otomobil üreticisi elektrikli motorla çalışan araçların üretimine ağırlık veriyor. Şu anda dünyadaki toplam otomobil sayısı 900 milyon civarında ve bunun sadece 1 milyonu yani neredeyse binde biri elektrikle çalışıyor. 2035 yılında ise toplam otomobil sayısının iki katına çıkarken elektrikli otomobil sayısının 100 katına çıkacağı hesaplanıyor. Ama yine de 20 sene sonra bile elektrikli araçların oranı sadece onsekizde bir yani % 5,5 civarında olacak. Volvo gibi otomobil şirketleri birkaç yıl içerisinde benzinli motora sahip araç üretmeyeceklerini, Norveç ve Almanya gibi ülkeler de benzinli araçların trafiğe çıkmasına izin vermeyeceğini açıkladılar. Bu arada sektörde önemli bir de paradoks yaşanıyor. Tüketiciler her sene gittikçe artan oranda daha güçlü motorlara sahip araçlara talep gösterirken, hükümetler de kilometre başına daha az yakıt sarfiyatı olan araçlar üretilmesini istiyorlar. Üreticiler aracın verimini arttırmak için en azından ağırlığını azaltmaya kalktıklarında da (mesela çelik yerine alüminyum malzeme kullanmak gibi) bu seferde tüketicilerde aracın güvenilirliğine karşı tereddütler oluşuyor. Yani üreticilerin işi hiç de kolay değil.
Tabii bir de sektörü tehdit eden gençlerin otomobile olan taleplerindeki düşüş konusu var. Bundan 20 yıl önce gençlerle yapılan anketlerde kendilerine en çok sahip olmak istedikleri markalar sorulduğunda listede en az birkaç tane otomobil markası varken bugün hiçbir otomobil markası listeye giremiyor. Çünkü gençler onbinlerce dolar ya da euro verip otomobil sahibi olmak yerine kısıtlı gelirlerini; daha kolay elde edebilecekleri ürünlere ve seyahat gibi deneyim edinebilecekleri sektörlere harcamak istiyorlar. Futuristler çok uzak olmayan bir gelecekte otomobilin de tıpkı bugün özel yatlar ve özel uçaklarda olduğu gibi sadece çok parası olanların satın aldığı, orta gelirlilerin ise sadece ihtiyaç duyunca günlük hatta saatlik olarak kiralayacakları bir meta haline geleceğini öngörüyorlar. Araç kiralama şirketi Avis şimdiden bu potansiyeli görüp A.B.D.’ de Zipcar isimli bir şirket kurdu ve Türkiye’ de de operasyonlarına başladı. Türk girişimcilerin yoyo ve vivi gibi şirketler de yavaş yavaş piyasada tanınıyorlar. Kullananların sayısı arttıkça ve mobil teknolojiler yaygınlaştıkça yeni şirketlerin de piyasaya gireceği muhakkak.
Kısacası otomobil sektöründe muazzam bir değişim yaşanıyor. Yüzyıllık otomotiv şirketlerinin bile 10-15 senelik teknoloji devlerine yenik düştüğü, Amerikalı üreticilerin ancak Avrupalı üreticilerle ortaklık yapmaları durumunda ayakta kalabildikleri bu rekabetçi ortamda yeni bir markanın başarılı olması ancak hem Tesla kadar yüksek bir teknoloji altyapısına sahip olması, hem de global satış ağı ile mümkün. Aksi taktirde yatırımın geri dönmesi mümkün gözükmüyor. Dünyanın elektrik+benzinli hibrid araçlardan da vazgeçip tamamen elektronik araçlara yöneldiği bir dönemde, ülkemizde “hem LPG tüplü, hem mazotlu” araçların “hibrid araç” olarak algılanması tüketicinin de en kısa zamanda bilinçlenmesi gerektiğini gösteriyor…